
Söz konusu Alfred Hitchcock filmleri olunca
yapılan değerlendirmeler genellikle üstadın karakter yaratma becerisi ve karakterleri seyirci ile özdeşleştireceği yerleri ve izleyiciyi filme bağlayacak ipin ucunu nerede uzatıp nerede geri çekeceğini çok iyi bilmesi, tüm bu öğelerin görsel ve müzikal öğeler içinde kombinasyonunu yapıp izleyiciyi germesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ona bu şekil değerlendirmeler üzerinden yaklaşmak, bir dönem yapıldığı gibi, onu sadece bir burjuva eğlencecisi bir şaklaban olarak görmek, filmlerinin altında insana dair söylediği önemli sözleri yarattığı gerilim atmosferinin arkasında kaybetmek anlamına geliyor. “The Birds” de böyle bir değerlendirme tehlikesini yukarıda saydığım öğelerin ustalıkla kullanılıp, gerilim hissinin yine çok başarılı bir biçimde sağlanması nedeniyle içinde barındırıyor. Elbetteki Alfred Hitchcock’un gerilim öğesi filmlerinin dışında tutulamaz, fakat bu biçimsel öğeler filmin özünün çok önüne geçmesine , bir Alfred Hitchcock filminin arkasından “duş sahnesinde çok korktum” , “kilise sahnesinde çok gerildim”, “Norman Bates de Bruno Anthony de çok ürkütücü karakterler” ve benzeri tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Hiçbir filmin biçim ve öz öğeleri birbirinden ayrı değerlendirilemiyeceğinden, The Birds filminin özüne kısaca yoğunlaşmaya, gerilim öğesinin bu öz içindeki anlamını yorumlamaya çalışacağım.
Kuşlar neden saldırıyor? Kesin bir cevap yok filmde. (Her ne kadar birçok teori geliştirilmiş olsa da herbiri oldukça yavan, Hitchcock sinemasını basite alan yaklaşımlardır.) Bu bir Alfred Hitchcock devrimidir desem ne dersiniz? Alfred Hitchcock, tam bir determinist, bir neden-sonuççudur desem devrimden ne kasttettiğim açık olacaktır. Robin Wood’un Kabalcı Yayınları tarafından “Hitchcock Sineması” adıyla Türkçe çevirisi yayınlanmış
“Alfred Hitchcock Revisted” isimli kitabında da belirttiği gibi, Hitchcock filmlerinde The Birds filmi dışındaki katillerin herbirinin cinayet işlemek için bir nedenleri vardır. Hatta Strangers on a Train filminde, trende yaptıkları ilk konuşmada Bruno Anthony’nin Guy’a söylediği “bir katilin yakalatan, onun cinayet nedenidir” sözü Hitchcock’un sinemasını açıklayan bir başlık gibidir. İşte The Birds’te bu temel öğenin eksikliği onun devrim niteliğini sağlar. Fakat bu devrimin gücünün ve öneminin çok olmadığını düşünmekteyim. Çünkü dikkatle incelersek Alfred Hitchcock sinemasında neden hiç de o kadar kuvvetli bir öğe değildir. Evet, film tamamiyle kim ve neden soruları üzerinden ilerler, ama yazının giriş paragrafında da belirttiğim gibi, sadece kim ve neden sorularına yoğunlaşmak Alfred Hitchcock’u bir eğlenceci olarak görmekten öteye gidemez. Zaten Alfred Hitchcock film boyunca neden ve sonuç arasındaki “yol”a odaklanır, nedene de sonuca da çok az yer verir. Hatta
Psycho filminin son sahnesinde filmden tamamiyle kopuk bir biçimde, halk söylemiyle “kel başa şimşir tarak” biçiminde açıklanan neden, Alfred Hitchcock’un kendi sinemasıyla ilgili çok önemli kodları açık ettiği bir sahnedir. Şöyle demektedir Hitchcock aslında, alay edercesine belki de: “Neden mi istiyorsun, al sana neden?”
The Birds filmini Hitchcock’un bir isyanı olarak görüyorum. Başta da söylediğim gibi filmleri hep “kim” ve “neden” soruları üzerinde incelenip “vay be katil uşakmış” ve “şu sebeple öldürmüş” tepkileri aldığından, yani asıl resim görülmediğinden The Birds filmi diğer filmlerinin bir tamamlayıcısı kimliğine bürünyor ve değişik bir okumayla Hitchcock izleyiciden “neden”i açıklamayarak intikam alıyor. Eee n’oldu şimdi tepkilerine neden oluyor. (Trapezunda’nın “
O”Kare-10‘da belirttiği sahne Alfred Hitchcock’un intikam gülüşüdür.) Bu karaeden farklı olarak bir de şu kareleri benim bu söylediğim çerçevesinde algılamaya çalışalım:

Filmde kuşların saldırıya geçtiği birçok sahnede Alfred Hitchcock’un filmdeki karakterleri soyutlayarak, direkt kuşların saldırısını çerçeveye aldığı birçok kare gözümüze takılacaktır. Alfred Hitchcock’un “özdeşleştirme” yöntemi üzerinden gerilim duygusu yarattığını biliyoruz. Burada bu teknikten vazgeçip soyutlamaya başvurmasının anlamı bir önceki paragrafta söylediğim gibi Hitchcock’un izleyiciden “intikamı” olarak okunabilir. (Yine de bu teknik bir gerilim arttırma öğesi olarak anlaşılacaktır.)
Neden’in görece önemsizliğini açıkladıktan sonra, nedenin arkasına, yani “yol”a bakmanın zamanı geldi. Aslında gizliden gizliye “yol”un cevabını verdik bile. Nedeni bir köşeye atmak, önemsizleştirmek, Hitchcock’un ölüm ve öldürme ile ilgili asıl düşüncesini ortaya koyar, o da insanın öldürme itkisinin “doğal”lığıdır. Hitchcock’un Psycho ve Strangers on a Train filmlerindeki katiller hep birer psikopattır ve öldürmek için yegane “sebep”leri bu psikopatlıktır belki ama, dediğim gibi, cinayetler bir neden barındırsa bile, Hitchcock için estetik olan da anlamlı olan da, öldürme eylemi ve onun doğallığıdır. Hitchcock’un psikopat olmayan katilleri de vardır. Rear Window’daki katilin sıradanlığını, öldürme nedeninin de sıradanlığını hatırlatmak isterim burada. Daha da önemlisi, katilleri psikopat olan Psycho ve Strangers on a Train’de, bu katiller dışındaki “masumların” muhakkak ki, bir tane öldürme ya da suç teşebbüsü bulunur. Bu da, bu filmlerdeki müthiş denge unsurudur. Yani özetleyecek olursam, Hitchcock için öldürme, hiç de o kadar nedenli bir eylem değil, aksine insanın doğasından gelen bir eylemdir.
İşte bu uzunca girişten sonra The Birds filminin anlamı daha da açıklık kazanıyor. Filmde kuşlar, insanın doğasını sembolize eder. Masum görünen kuşlar (tıpkı masum görünen insanlar gibi), öldürme itkisiyle doludurlar. Şöyle başlar Hitchcock şiarına:
Şehir hayatında insan, modernleşme ve kalabalık (”yalnızlık”tan kurtulmuşluk anlamında) ve tüm bunların getirdiği güç sayesinde doğaya, daha da ötesinde kendi doğasını kontrol altına almıştır. İnsanın doğasında varolan öldürme, cinsellik gibi öğeler modern hayatın dizginleriyle kontrol edilmektedir. Bu filmin daha en başında bir Pet Shop’ta kafeslere kapatılmış “kuşlar” ile sembolize edilir. Melanie ve Brenner arasında daha ilk sahneden itibaren ustaca yakalanan cinsel gerginlik tam da bu hapsedilmiş doğanın içinde yani o Pet Shop’ta ortaya çıkartılır. Doğada olsalar direkt sevişecek olan bu iki canlı hapislikleri yüzünden bunu yapmayıp “şehirli-medeni” oyunlar oynarlar.
Ve filmin genelini kapsayan kasaba boyutu. Yani doğaya yakınlaşma boyutu. Kasabanın savunmasız, sessiz sakin bir ortam olarak tercih edilmesi aslında insanın doğasıyla başbaşa kalınca içine düşeceği savunmasız durumu anlatır. Nitekim öyle de olur. Doğasının saldırısıyla başbaşa kalınca o şehir hayatındaki, doğasını gizlediği, gururlu, mağrur, ilişkilerini oyunlar üzerinden şekillendiren insan, yerini korkak, savunmasız ne yapacağını bilmeyen, kıskançlıkları, korkuları, arzuları ortaya çıkan insana bırakır. Hitchcock’un burada gerilimi yükseltme başarısı izleyiciyi de karakterlerle aynı deneyime sokmaktaki başarısından kaynaklanır. The Birds filmini izlerken biz de doğamızla başbaşayızdır artık, dolayısıyla kuşlar tıpkı yukarıda verdiğim kare gibi bize de saldırırlar.
Son olarak kuşların saldırısı ile ilgili yaptığım iki açıklamayı birleştirerek yazımı noktalayayım. Birinde Hitchcock’un bu saldırıyla filmlerinde “neden” sorusuna odaklanmayı tercih eden izleyiciden intikam aldığını söylemiştim; diğerinde ise kuşların insanın doğasını sembolize ettiğini… Bunlar birbirinden farklı değerlendirmeler değil, bilhassa oldukça ortak noktalar barındıran değerlendirmelerdir. Çünkü Hitchcock’un filmlerini “neden”ler üzerinde inceleyen insan da doğasından uzaklaşmış, kendi doğasına yönelik derinlikli algısını yitirmiş modern şehir insanı, belki de burjuvadır. Bu nedenle Hitchcock’u burjuva sınıfı eğlendiricisi olarak görenler de derin bir yanılgıya düşmüşlerdir, zira Hitchcock filmlerinin burjuva methodolojisi ile okunmasına tamamiyle karşı bir duruş sergilemektedir göstermeye çalıştığım üzere.
Su geçirmezlik ve kuşlar
Papağanlar ve balıkçıl kuşları kanatlarını temizlemek için bir çeşit "toz" üretirler. Bu toz tüylerinin yıpranmış uçlarından gelir. Bazı türlerde, güvercinler ve papağanlarda olduğu gibi kuşun tüyleri arasına dağılmıştır. Diğerlerinde özellikle balıkçıl kuşlarında bu tozlar küçük öbekler halinde toplanmıştır. Tozun ne işe yaradığı henüz tam olarak anlaşılamamıştır, fakat kanatların su geçirmezliğine yardımcı olduğu tahmin edilmektedir. Beyaz balıkçıllar, pelikanlar ve diğer su kuşları kendilerini kuyruklarının alt kısmındaki derilerinde yer alan bir bezden salgılanan yağ ile yağlarlar. Yıkama, topraklama ve tozlamayla tüyler tekrar uçuşa uygun pozisyon için hazırlanır.
Deniz kırlangıçlarının inanılmaz yolculuğu
Kuzey Kutbu'nda yaşayan deniz kırlangıçları, her yıl 30.000-40.000 km. kanat çırparlar. Bu kırlangıçların vatanları Kuzey Kutbu'dur. Fakat her yıl Kuzey Amerika, Grönland ya da Sibirya'daki üreme bölgelerinden, Kuzey Kutbu sularındaki kışlık bölgelere doğru yolculuk yaparlar.
Penguenler
Penguenler, Güney Kutup Bölgesi'nde yaşarlar. Bu hayvanların vücut sıcaklığı 40derece'dirC, yaşadıkları ortamın sıcaklığı ise -40 derece'dir. Bu da penguenlerin, 80 derece'lik bir sıcaklık farkına dayanmaları demektir. Bunu sağlayan, hayvanın derisinin altında bulunan kalın yağ tabakasıdır. Bu tabaka, vücut sıcaklığının kaybolmasına engel olur.
Bilim ve Teknik, Sayı 255, s.35
Sakallı akbaba
Sakallı akbaba hayvanların etinden çok kemiklerini tercih eder. Bu kemiklerde ilik bulunur ve bu besin bakımından oldukça zengindir. Akbabanın bu kemiği kırıp içindeki iliği alabilmek için gerekli kırma aleti yoktur. Fakat bu problemi başka türlü halleder. Bir kemiği alır ve çıplak bir kayanın tepesine havalanır. Sonra kemiği aşağı bırakır. Bu işlemi kemik ikiye ayrılıncaya kadar en az 50 kere tekrarlar. Kuş, sonra bu kemik parçasını alır ve yutar. Hayvanın midesindeki sindirim asitleri öylesine güçlüdür ki kemiğin bir ucu daha akbabanın ağzındayken, midesine giden kısım sindirilmiştir bile
|